Çoğumuz kaygı yaşarız ve bazılarımız kaygılarımızın bizi hasta ettiğine inanabiliriz. Ancak kaygı bir hastalık değil yaşamın sorumluluklarından kaçıştır. Bireyin problemlerinin çözümü ise yaşam yollarını özgürce seçme kabiliyetinden geçer.
Avrupa’da Sanayi Dönemiyle birlikte endüstriyel ve bilimsel gelişmeler, giderek artan nüfus ve kentleşme insan ilişkilerinde bir karmaşa ve yabancılaşmayı meydana gelmiştir. Bu yüzden de dünya, bireyden çok toplumun çıkarlarına önem vermeye başlamış ve bireyin değeri neredeyse bir hiçe inmiştir. Bu durum insanlarda çeşitli kaygıların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yani insan, doğanın egemenliğinden kurtulmak için teknolojiyi geliştirmiş ancak bu kez kendi geliştirdiği uygarlık ve teknolojinin neden olduğu kaygının esiri olmuştur. Bu tutsaklık insanın birey olarak evrendeki yerini, kimliğini sorgulamasına yol açmıştır.
Özetle şu an yaşadığımız kaygılar, bizim kölesi olduğumuz teknolojiden kurtularak kimlik ve anlam kazanma çabamız olduğu söylenebilir. Bu çabamız, öncelikle kendimizin bir insan ve biricik olduğumuzu hatırlarsak sonuç verir. Kendimize; nesne olmadığımızı, şimdi ve burada yaşadığımız duyguların önemli olduğunu ve çevremizde meydana gelen olayların, bizim hayatımızda gelip geçici konuklar olduğunu hatırlatmalıyız. Hayatımızdaki her şey değişir, gelişir ve yok olurlar en sonunda da yine kendimizle baş başa kalırız. Bu yüzden de kendimizi, karanlık ve iyi taraflarımızla birlikte olduğumuz gibi kabul etmeliyiz.
댓글